6 Şubat 2011 Pazar

Zengin-erkil dönem

Zengin-erkillik, zengin otoritesine dayanan bir tür toplumsal örgütlenme düzenidir. Bu düzenin temelini zengin olanın üstünlüğü fikri oluşturur; kanunlar zenginler tarafından belirlenir, hâkimiyet para sahibi olanlarındır. Bu toplumlarda para sahibi olanlara her şeyden daha çok saygı gösterilir. Zenginin üstünlüğü ilkesi etrafında, toplumun kültürü, adetleri, inancı ve mitolojisi, insanlık düzeni ile gelişen toplumunkinden farklı bir biçim oluşturur. Kapitalist sistemin açılımının adıdır “zengin-erkil” dönem.



Dünya yüzyıllardır insanın hâkimiyetini esas alan, bazen kadın bazen erkek ama insanın hâkimiyetine dayanan toplum düzenlerine şahitlik etti. Ancak gizliden gizliye imkân ve olanakların hâkimiyetiyle var olan bu hükümranlıklar dönemi son bulmuş görünmekte. Artık insan yarattığı canavarı kontrol edebilmekten aciz bir halde maddenin hâkimiyetine boyun eğmekte.



Günümüz insanının ana hedefi, her şeyi bir kenara bırakarak olabildiğince çok para kazanmaktır. Nitekim para, insanlar arasındaki söz hakkı, siyasal erk, üstünlük, şeref vb. kazanımların tek sağlayıcısı haline gelmiştir.



Tüm üstünlükler maddi ölçülerle değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu durum aynı zamanda toplumların ahlak anlayışları için de ekonomik bir yargı oluşturmaktadır. Sonuçta insanın kişiliği ve ahlakı da para için bir araç olmaktadır. Artık ahlak ya da kişiliğin ölçüsü, elde edilen ekonomik karşılıkla değer kazanıp kaybetmektedir. Temel insan idealleri tamamen değişmektedir. Artık bu ideallerle bezenen insanımsı varlık sadece ve sadece para kazanmaya adamıştır kendini. İnsanlıktan çıkan bu yeni türün tek hedefi para kazanmak olmuştur.

Doğanın değer üreten tek varlığı olan insanın kendi elleriyle ürettiği ve özünde, yaratılmış olması itibariyle hiçbir değer üretme yeteneği olmayan maddeye bağımlılığının sebebi, işleri kolaylaştıracağı düşüncesi ile bizzat insan tarafından icat edilen paranın, artık insanın değerlerini esir alabiliyor olması hasebiyle tanrı haline gelmiş olmasıdır.

İnsan doğada değer üretebilen tek varlıktır. Ancak insan bu özelliğini doğadan bağımsız gerçekleştiremez. Yani sahip olduğu bu yetenek ancak doğa ile uyumlu -doğanın şartlarını bozmadan- olması halinde söz konusu olabilir. İnsan hayatta kalabilmek için yemek, içmek, ihtiyaç duyduğu havayı teneffüs etmek zorundadır. Aynı zamanda insan sahip olduğu en önemli özelliği icra etmek, yani değer üretebilmek için bu ihtiyaçlarını doğal şartlarda sağlıklı bir şekilde giderebilmelidir.

Özel mülkiyetin olabildiğince yaygınlaşmış olmasının sonucu olarak insan ihtiyaç duyduğu ve esasta hakkı olan bu olanaklardan mahrum bırakılmış ve asli özelliğini yitirerek metalaştırılmıştır. Günümüzde kapitalizm şeklinde biçimlenen bu zulüm ve şer sistemi, insanlık tarihi boyunca farklı ama esasta mülkü sahiplenmeyi meşrulaştıran farklı isimlerle adlandırılmıştır. İnsanın özünden koparak amacından uzaklaşmasına sebep olan bu illetin -Allah’ın mülkünü sahiplenme- insanlığı esir aldığı her dönem uyanışın ve devrimlerin oluşmasını sağlamıştır. Bu mücadelelerin devrimci öncüleri çoğu zaman peygamberler olmuştur. İnsanın bu merkezden, yani insanın varoluş özelliklerinden uzaklaştırılarak anlamsızlaştırılması, diğer metalarla bir tutularak sömürüye maruz kalması peygamberi, vahyi, kitabı, hulâsa yüce yaratıcının müdahalesini gerektirmiştir. Hiçbir olay, bireysel günahlar, ahlaksızlıklar hatta bireysel sapıklıklar bu ihtiyacı doğurmamıştır. Tüm ilahi müdahalelerin nedeni yeryüzünde birilerinin Allah’ın mülkünü gasp ederek zenginleşmesi, çoğunluğun da mustazaf-ezilen, zulme uğrayan- durumuna düşmesi olmuştur.

Yeryüzünde işlenen tüm adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, ahlaksızlıkların, sapıklıkların ve hatta çoğu hastalıkların ve ölümlerin tek sorumlusu kapitalizmdir. Sınırsız özel mülkiyetin meşru sayılmasıdır. Tüm kötülüklerin anası kapitalizmin yegâne sorumlusu zenginlerdir. Tüm suçların, tüm ahlaksızlıkların, sapıklıkların, hastalıkların, açlığın, sefaletin, çaresizliğin vb. bütün acıların suçluları ihtiyaçlarından fazla mülk edinerek diğer tüm insanları Allah’ın arzındaki imkânlardan mahrum bırakanlardır. İşte bu sebeple zenginler başlı başına tüm ahlaksızlıkların ve günahların birinci sorumlusudur.

Kapitalistler aşağılık düzenlerini korumak adına tüm imkânlarını seferber ederler. Hiçbir değer, inanç ya da duygu onları etkilemez. Tüm inançları, duygu ve değerleri tanrılaştırdıkları para uğruna istismar eder, bunda hiçbir beis görmezler. Çünkü karşılığını doğrudan burada hemen yarın tanrılarından alacaklarına inanırlar; para kazanarak. Bunu yapmadıkları takdirde tanrıları olan paraya ihanet etmiş olurlar ve onu başkalarıyla paylaşmak zorunda kalırlar. İstismarda asla sınır tanımazlar, gerektiğinde en iyi dindardan daha dindar, gerektiğinde en büyük yardımsever, gerektiğinde en büyük sosyalistten daha sosyalisttirler…

Ardı arkası kesilmeyen bir tüketim, inancı, vicdanı, fikirleri, insanlığı tüketir. Nereye kadar devam edecek, insanlığı imha ne kadar daha sürecek bilinmez. Ama tarih bu dersi bir kez daha hem de çok yakında vereceğe benziyor mülke kul olmuş, parayla var olan bu asalak insanımsı yaratıklara.

İhtiyacından fazla mülke el koymuş olanların suçların kaynağı olduğu gerçeği artık inkâr edilemez durumda hissedilmektedir.

Siyaset: En büyük rant-getirim kapısına, hırsızların iştahını kabartan bir arenaya, toplumlara hizmet etmesi gereken makamlar da artık sadece zenginleşme aracına dönüştü.

Ahlak: Eğer parasız bırakmıyorsa, para getiriyorsa her şeyi meşru sayan bir ahlak algısını yaygınlaştırdı. Zenginleşmiş ahlaksızları şerefli, parasız ama dürüst, ahlaklı insanlarımızı değersiz kıldı.

Din: Dini ya da din adamlığını bir geçim kaynağına çevirdi, bunu yaptı ki, kendi ahırında yemlenen işbirlikçiler yaratabilsin.

Bilim: Para getiriyorsa değerli, ama insana, adalete, eşitliğe hizmet ediyorsa değersiz ve gereksiz görülmeye başlandı.

Sanayi, ticaret: Ücretli kölelerin sömürü aracı, yıpranan bedenlerin katili, semiz hale gelen para babası hırsızlar yaratan keşmekeş...

Ulusal kimlik: Farklılıkları sorun haline getir, insanları düşman yap, onlar kavga ederken sen onların kanını em, bunu mesele yap ki, zavallı halk işin aslını asla anlamasın.

Dostluk, kardeşlik, arkadaşlık: Tüm ilişkileri çıkar ve menfaate kurban ettiler, kaldı mı insani ilişkiler, bıraktılar mı paranın kulları?

Yalan: En büyük yalan, tüm bunların ortadan kalktığı, eşit, adil ve özgür bir dünyanın mümkün olmadığı yalanıdır. Bu mümkün, ama eğer siz yok olursanız bu mümkün. Bunu da en iyi onlar biliyor, yani bu yalanı uydurarak varlıklarını ve sömürülerini devam ettirmek isteyenler. Onların bu yalanını yüce yaratıcı suratlarına adeta tokat gibi çarpıyor:

“Allah söz veriyor; iman edip iyilik, güzellik, doğruluk için çalışanlar önceki çağlarda örneği görüldüğü gibi yeryüzünün egemenliğine gelecek! Onlar için razı olunan din güçlenecek; korku yerini güvene bırakacak...” (Nur: 55)

Mesele zenginlik ve yoksulluğun olmadığı bir dünya kurmaktır. Ve böyle bir dünyayı kurmanın hayal olduğu söylemi, algıları felce uğratan kocaman bir yalandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder