6 Şubat 2011 Pazar

En büyük fitne: İKTİDAR

Zalime itaat, mazluma ihanettir!



Tarih toplumlar üzerinde iktidar oluşturarak onları yönetenlerle, iktidarı ve güç odaklarını ele geçirme gayesiyle karşı mücadele gösterenlerin çatışmalarına sahne olmuştur. Bu mücadele sonu gelmez bir ihtiras savaşımını hayata geçirmiştir. İnsanlığın tekâmülünü (sınıfsız tevhidi topluma ulaşmasını) engelleyen en büyük illeti (güç-iktidar-sahip olma) yaratarak bu kısır döngü içerisinde yaşamasına neden olmuştur.



Ele geçirilen her türlü iktidar-güç odağı, durumunu koruma adına sahte bir tarih, siyaset, din geliştirmiştir. Geliştirilen bu sahte unsurlar, ele geçirilen iktidarı haklı ve masum gösteren bir tarih, algıları köleleştiren siyaset ve gücü kutsayan bir inanç sistemi geliştirmek suretiyle varlığını korumaya çalışmıştır. İstisnasız tüm iktidar odakları bu yalanları beraberinde üretmiştir, üretmektedir. Nitekim bu yalanlardan bağımsız, gerçek tarih, siyaset ve din algısı iktidarın özü itibariyle reddedilmesini gerektirmektedir.



İnsanlık tarihi halklar üzerinde iktidar oluşturmanın olumsuz sonuçlarıyla doludur. Hiçbir iktidar beraberinde özgürlüğü de getirememiştir. Toplumsal denge-özgürlük, ancak eşitlerin kolektif paylaşımı-dayanışması ile mümkündür. Politika esas işlevi itibariyle toplumların idare edilmesi, yönetilmesi-güdülmesi- değil, bilakis halkın özgürlük ve eşitlik bağlamında önünü daha iyi görebilmesi için birtakım duyarlı-yetkin kimselerin inisiyatif almasıdır. .



İlahi dinlerin, özü itibariyle toplumlara sunduğu ilişki biçimi de ast-üst, yöneten-yönetilen ilişkisini değil, bilakis yan yana durmuş eşitlerin dayanışmasını ve toplumsal tekâmülü amaçlamaktadır. Nitekim ilahi kitabımız iktidarın özünü “tağut” olarak tanımlamakta ve tağuta (iktidara) isyan etmeden, eşitliğe-özgürlüğe ulaşmanın, Allah’a teslimiyetin imkânsız olduğunu belirtmektedir.



“Dinde zorlama yoktur. Doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır. Şu halde her kim tağutu (iktidar-otorite) reddedip Allah’a iman ederse, hiç kopmayan sağlam bir kulpa (eşitlik, özgürlük) yapışmış olur. Allah her şeyi işitiyor, biliyor.” (Bakara, 256)



“Allah iman edenlerin yar ve yardımcısıdır. Onları karanlıklardan (eşitsizlik-kölelik-zulüm vb.) aydınlığa (eşitlik-özgürlüğe) çıkarır. Kâfirlerin dostu ise tağutlardır. Onlar da kâfirleri aydınlıktan karanlıklara sürükler…” (Bakara, 257)



“Bakmaz mısın şu hem sana indirilene hem senden önce indirilene iman ettiklerini söyleyip duran kimselere; tağut (iktidar) tarafından muhakeme olmak istiyorlar. Oysa onu reddetmekle emrolunmuşlardı…” (Nisa, 60)



“İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfirler ise tağut yolunda savaşırlar. Şu halde şeytanın dostlarıyla savaşın!...” (Nisa, 76)



Varlığın özgürlüğünü kısıtlayan her türlü iktidar-otorite, insanlığın nihai hedefi olan eşitliğe ulaşmanın önündeki en büyük engeldir. Tevhide iman, eşitlerin oluşturacağı özgür toplumun mutlaka gerçekleşeceğine kalben inanmak, bu kutsal amaca ulaşma gayesiyle yaşamaktır.



İlahi dinlerin birtakım teorik farklılıklar nedeniyle birbirlerinden ayrışmasının temelinde, iktidarları kutsayan, zulüm ve eşitsizlikleri teoloji ürünü bir tanrı inancına fatura ederek meşrulaştıran, dinleri kurumsal odaklara dönüşten ihanet anlayışı yatmaktadır. Bu kurumsallaşma ayrıcalıklı bir sınıfın halk üzerinde sulta oluşturmasına sebep olmuştur. Buna karşın yeryüzündeki her türlü eşitsizliği (şirki), ilahi iradenin kaçınılmaz sonucu olarak sunup meşrulaştırma girişimlerine itiraz edenler zamanlarının imansızları olarak addedilmişlerdir. Ancak ne var ki, yaşadıkları çağda dinsizlikle, inançsızlıkla suçlanan devrimcilerin ortaya koymuş oldukları eşitlikçi söylem ve eylemler itibariyle tevhid önderleri oldukları görülmektedir.



Peygamberler sanıldığının aksine teolojik değil, sosyolojik zeminde mücadele vermişlerdir. Yaşanan toplumsal hayatın sorunlarına, adaletsizliklerine, eşitsizliklerine müdahale ederek çözüm yollarını göstermişlerdir.



Eşitlikçi, özgürlüğe dayalı söylemleri inkâr edilemez derecede kabul gören bu tevhid önderlerini reddetmenin imkânsızlığı karşısında alternatif olarak onların söylemlerini iktidarlarını sarsmayacak derecede tahrif ederek hem var olan kutsalı dönüştürme hem de esasta var olan hakikati gizleme yoluna gidilmiştir. Ki, böylelikle sonrasında oluşması muhtemel başkaldırılar bu tahrif edilmiş din sayesinde bastırılsın. Eşitsizliklere itiraz takdir-i ilahiye isyan, iktidara boyun eğme ise kadir-i mutlağa itaat olarak algılansın. Bu algı aslı itibariyle zalimin tanrılaşmasına, mazlumun ise kula kul olmasına yol açmakta, şirke tevhid elbisesi giydirerek halkı aldatmanın en görkemli putunu yaratmaktadır.



Peygamberlerin mücadelelerini incelediğimizde istisnasız tamamının kendi dönemlerinin iktidarları, güç odakları ve din adamları ile mücadeleye tutuştuklarını görürüz. Bu üçlü her dönemde birlikte hareket etmektedir. Nitekim iktidarlar durumlarını korumak için güce ve algılara zehir pompalayan yalancı kutsala ihtiyaç duyarlar. Peygamberlerin karşı duruşu-itirazı aslında dönemlerinde teoloji üreterek algılara saldıran din adamlarıyla sınırlı değildir. Bilakis bu sahte kutsalların da dinamiği olduğu iktidar algısına karşıdır ve tamamen toplumsaldır. Söylem ve mücadeleleri de doğal olarak teoloji üretmeye dayalı değil, bilakis toplumsal kurtuluşa, özgürlüğe ve eşitliğe dayalıdır. Yüzyıllardır maruz kaldığımız algı tecavüzünden kurtularak bizlere dayatılan bakış açısından bağımsız bir şekilde ilahi metinleri yeniden incelersek bunu rahatlıkla fark edebiliriz.



Günümüzde kurumsallaştırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinleri ve bunların uzantısı olan mezheplerin temellerine indiğimizde aslında aynı amacı güden, toplumsal eşitlik ve özgürlüğü amaçlayan mücadelelerle karşılaşırız. Bu dinlerin kurumsallaşmasının asıl sebebi bir diğerinin ortaya çıkışının öncesinde var olan iktidarı koruma adına ortaya çıkarılan toplumsal algının üzerine örülen sis perdesini gizleme çabasıdır. Yani Musa, halkı eşitlik ve özgürlüğe çağırıyor, sonrasında Yahudiler, mesajın içeriğini değiştirerek onu zulümlerine kalkan ediniyorlar ve bu kalkanın adını da Musevilik koyuyorlar. İsa, yeniden Musa’nın mücadelesini hayata geçiriyor, bunu yaparken de öncesinde var olan sahte din algısıyla mücadele etmek durumunda kalıyor. İsa’nın İlahi mesajını da Hıristiyanlar kurumsallaştırarak tahrif ediyor. Muhammed’in çağrısı da aynı akıbete uğruyor. Nitekim İslam dini, toplumsal algıda artık evrensel adalet ve özgürlük dini olmaktan çıkarılıp iktidarları besleyen bir araca dönüştürüldü. Bugün yeryüzünde peygamberî misyon üstlenerek verilecek tevhid mücadelelerinde de en büyük çatışma, kaçınılmaz olarak kurumsallaştırılmış olan bu uyduruk din algılarıyla olacaktır. Kurumsallaştırılmış olan bu dinlerin tamamı kurumsal durumları sebebiyle ilahi olmaktan çıkmıştır. Aslında karşımıza peygamberlerini katletmiş, sözde imanlı olan, kendi peygamberlerinin çağrısını katleden Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinsizlerin kurumsallaşmış iktidarları çıkıyor. Birbirlerine üstün gelme adına savaşlar çıkarıyor, halkları çıkara dayalı bu ihtiraslarına kurban ediyorlar.



En son ilahi din olan İslam dininin kurumsallaştırılmış oluşu, bugün asıl ilahi hedef olan eşitlik ve özgürlük algısını görünmez kılmakta, hakikat adına hakikat mahkûm edilmektedir. Toplumların kabullendikleri din algısını iktidarlarını kutsayan bir felsefeye dönüştürdükten sonra artık mesaj içeriğinden ve hedefinden uzaklaşmış bununla da kalmayarak aslında o hedefi gösteren mücadeleler böylelikle bertaraf edilebilir konuma getirilmiştir.



Nitekim günümüzde olduğu gibi hakikatlerin ters düz edilerek gücü kutsallaştıran bir araca dönüştürüldüğü dönemlerde eşitlik ve özgürlük adına ortaya konan itirazlar esasta ilahi ve peygamberi söylemlerken tam aksine dinsizlikle, imansızlıkla yaftalanmaktadır.



Tarihsel süreç içerisinde adını duymadığımız, kendini ifade imkânı bulamamış birçok peygamber gelmiş geçmiştir. Ancak bunların birçoğu itirazları ve ayaklanmaları nedeniyle yaftalandıkları için sonraki toplumlarca sağlıklı bir biçimde tanınamamış, din karşıtları, anarşistler, imansızlar olarak tarihe gömülmüşlerdir. Esasen eşitliğe ve özgürlüğe dair söylenmiş her söz ilahi kelam, eşitlik uğruna verilmiş her mücadele peygamberi mücadele hükmündedir. Özgürlük ve eşitliğe dayalı her toplumsal uygulama Allah’tan, buna aykırı olan tüm uygulamalarsa tağuttandır ve isyan etmek insan olmanın gereğidir.



Nitekim zalime itaat etmek mazluma ihanet, zalime isyan etmekse tanrıya ibadet etmek iken, bu en yüce hakikat tersine çevrilmiş ve zalim de olsa yönetime (tağuta) itaat dinin şiarı şeklinde sunulmuştur. Bu tek örnek dahi dini algılarımızın nasıl tahrif edildiğini anlamamıza kâfidir.



Adil toplumları, ancak eşitliğe ve bunun bir gün mutlaka hâkim olacağına inanan. Hayatı dosdoğru yaşayan, sürekli dayanışma içerisinde olan ve zalimlere asla boyun eğmeyen kişiler oluşturacaktır.

2 yorum:

  1. Neden bilemiyorum ama hic yorum yok görünüyor ne kadar acı birşey.Yazdıklarınıza söyleyebileceğim hiç bir şey yok.Elinize sağlık.Umarim bir gun oturup konusmak nasip olur.ALLAH a emanet olun.

    YanıtlaSil
  2. Neden bilemiyorum ama hic yorum yok görünüyor ne kadar acı birşey.Yazdıklarınıza söyleyebileceğim hiç bir şey yok.Elinize sağlık.Umarim bir gun oturup konusmak nasip olur.ALLAH a emanet olun.

    YanıtlaSil