6 Şubat 2011 Pazar

Kapitalist abluka her yerde

Bedenlerinize bulaşan virüsten başınızı keserek kurtulamazsınız. Her ne kadar yolunuzu çizen doktorunuz, ağanız, paşanız, emperyalist ABD’niz, İsrail’iniz size bu yolu tavsiye ediyor, sizi bu yola sevk ediyorsa da...

Yıllardır Ortadoğu'nun kanayan yarası olan ve bir türlü çözülemeyen Filistin meselesi, bu coğrafyanın en önemli satranç taşı olma özelliğini koruyor ve Ortadoğu’ya ilişkin tüm hedeflerin yön tabelası gibi dünyanın egemen güçleri tarafından kullanılıyor. Filistin meselesi üzerinden Ortadoğu, özellikle de Arap halkları yönlendirilebiliyor, böylelikle asıl hedefler saptırılabiliyor ve asıl düşman gizlenebiliyor. Halkları sömüren, ezen, satan işbirlikçiler, Ortadoğu halkları tarafından dost zannedilebiliyor. Böylelikle her türlü kirli oyun oynanarak "sosyal adalet" algısı düşmanın da hedeflediği bir merkeze kilitlenerek hayatlarımızı, algılarımızı ve ilişkilerimizi kapitalizm denen şeytanın kucağına atıyor.



Tüm dünya kapitalistleri tarafından desteklenerek Ortadoğu’da konuşlandırıldığına ve desteklendiğine inandığım İsrail terör devletinin insani yardım taşıyan bir gemiye uluslararası sularda gerçekleştirdiği saldırının kesinlikle ülkesinin direkt çıkarlarıyla alakalı olmadığı kanısındayım. Elbette yıllardır Filistin’e uyguladığı zulümler ve ambargolar içinde geçerli bu.



İsrail’in yıllardır uyguladığı katliamların açıklanabilecek hiçbir tarafı yok. Bunu yapan ya da yaptıran ne inanç ne milliyetçilik ne de ülke çıkarları olamaz. Ortaya konulan uygulamalar ancak parayla satın alınmış bir kiralık katilin yapabileceği cinsten. Yani orada tüm dünya kapitalistleri tarafından satın alınmış bir çete var. Bu çeteyi gerektiğinde kullanmak üzere orada bulunduruyorlar.



Eğer bir insanı sömürmek istiyorsanız onu öldürerek ya da esir alarak bunu asla başaramazsınız, sömürebilmeniz için onun canlı, üretken olması gerekir, aynen bu şekilde bir toplumu sömürmenin yolu da budur. Yani hayatta kalmalı, inancının gereksinimleri, duyguları bir şekilde tatmin olmalı, o toplum karşısında bir düşman görmeli, enerjisini ona harcadığını düşünürken, ürettiğinin düşman eline geçtiğini asla fark etmemeli.



İsrail’in tüm yaptıkları özellikle de şu son gemi katliamı bunun en bariz örneği. Ülkesinin ya da inandığı kutsal değerlerin çıkarlarını düşünen bir ülke neden uluslararası sularda bir gemiye saldırsın, tüm dünyanın gözünün içine bakarak böylesi bir korsanlık örneği sergilesin? Açıkça "ben saldırgan ve katil bir ülkeyim" diyerek tüm dünyayı karşısına almayı neden göze alsın?



Şu an çok büyük bir başarı sağlamışçasına gururla ülkesine dönen, torunlarına anlatacak bir kahramanlık hikâyesini tarihlerine yazan yolcular, ülkelerinde olup bitenleri, açlıkları, çaresizlikleri, zulümleri ne kadar görebiliyorlar merak ediyorum. İsrail terör devletine lanet okuyan ağızlarından, kendi ülke yöneticilerine şükran dolu sözler çıkması o kadar anlaşılmaz ki.

Türkiye’den giden aktivistleri organize eden İHH başkanı Bülent Yıldırım ve birçok kanaat önderinin Türkiye hükümeti yöneticilerine ilişkin övgü ve şükran dolu ifadeleri tam anlamıyla bir ikilemdi. Yani siz zulüm ve haksızlıklara karşı insanları örgütleyerek dünyanın bir ucuna canlarınızı da tehlikeye atarak gidiyorsunuz, ama burnunuzun dibinde insan haklarını hiçe sayan, şovenist yaklaşımlarla ırkçılığı körükleyen, işçiyi açlığa mahkûm eden, parayı ve para kazananı yüceltip, fakir-fukarayı insan yerine dahi koymayan satılık işbirlikçilere şükran duygularınızı sunuyorsunuz. Anlamak mümkün değil. Bu ikilem tam da uluslararası arenada Ortadoğu halklarını sindirme politikasına dönüşen meselenin ulusal çaptaki yansıması gibi.

Yani birileri katliam yaparak para kazanacak, birileri de bu katliamı kınayacak, böylelikle Ortadoğu halklarının gönlünü kazanarak liderliğe soyunacak. Sonuçta olan Müslümanıyla, Hıristiyanıyla,Yahudisiyle gariban halka olacak, birileri de bundan rant devşirecek. Buna "yazıklar olsun" denir ancak… Bunu basiretsizliklerine mi vermek gerek? Yoksa... Bunun cevabını da yaşanan bu acı tecrübenin sonrasında ortaya konulacak tutum davranışlar gösterecektir.

Bugün Ortadoğu’nın tüm ülkelerinde hakların büyük çoğunluğu ciddi bir abluka altındadır. Neredeyse Filistin’dekinden farksız bir şekilde. Bu abluka gün geçtikçe büyümekte, sömürü ve zulümler artmaktadır. Kapitalist abluka tüm halkları bezdirmektedir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, kendi ülkemizde, Türkiye’de halkın büyük çoğunluğu yoksullukla ve işsizlikle boğuşmakta, ekmek kavgası vermektedir. İşçi ve emekçilere uygulanan haksızlıklar İsrail’in yaptıklarından geri kalacak düzeyde değildir. Ülkemizin egemen yöneticileri ve tabii onları aynen dünya kapitalistlerinin İsrail çetesini kiraladıkları gibi kiralayan para babası kodamanların işlediği zulüm ve haksızlıklar İsrail’inkinden geri kalmamaktadır. İşte amaçlanan tam da budur. Hakların gözünü İsrail’in zulümlerine odaklayıp kendi yöneticilerini İsrail düşmanı zannetmelerini ve onlara aldanmalarını sağlamaktır. Kendi yöneticileri İsrail’e "one minute" çeksin, "bu da bizim 11 Eylül'ümüz" desin, "kahrolsun İsrail" desin, böylelikle halk kendi düşmanını dostu sansın, gırtlağını sıkanların elini hürmetle öpsün... Aç yatsın, aç yatmasına sebep olanın kim olduğunu göremesin.

İnanç farklılıklarını körükleyerek algılara tecavüz eden kapitalistler, Ortadoğu’daki problemlerin "inanç farklılığı"ndan kaynaklandığı yalanını Filistin- İsrail sorununu kullanarak bayraklaştırma gayreti içinde. Gerçekten de bunu çok iyi tezgâhladılar ve bu yolla halkları aldattılar. Müslümanları Yahudi düşmanı birer kapitalist, Yahudileri de Müslüman düşmanı birer kapitalist yapmayı hedeflediler ve büyük mesafe kat ettiler. Ne İsrail’in vaad edilmiş topraklar umurunda ne de Kudüs Arap ülkelerinin ya da Türkiye’nin umurunda. Ülkeleri yöneten işbirlikçi egemenler, kapitalist bakış açısının kurbanı olmuş ve daha çok kazanmak, daha fazla zengin olmak amacını güden tefecilere dönüştürülmüştür. Oysa hem Tevrat’ta hem de Kur'an’da birbirine ne kadar da benzeyen bir uyarı var.

“Dinleyin şimdi ey zenginler, başınıza gelecek felaketlerden ötürü feryat edip ağlayın. Servetiniz çürümüş, giysinizi güve yemiştir. Altınlarınız gümüşleriniz pas tutmuştur. Onların pası size karşı tanıklık edecek, etinizi ateş gibi yiyecek. Bu son çağda servetinize servet kattınız. İşte ekinlerinizi biçen işçilerin haksızca alıkoyduğunuz ücretleri size karşı haykırıyor. Orakçıların feryadı her şeye egemen Rabbin kulağına erişti. Yeryüzünde zevk ve bolluk içinde yaşadınız. Boğazlanacağınız gün için kendinizi besiye çektiniz…” (Yakup’un Mektubu: 5/Zenginlere uyarı)

“…Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları acı bir azabın beklediğini haber ver. O gün o biriktirip yığdıkları, cehennem ateşinde kızdırılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. Onlara 'İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi tadın bakalım' denilecek.” (Tevbe 34-35)

Tarih sürekli olarak ezenlerle ezilenlerin mücadelesine sahne olmuştur. Tüm ilahi müdahaleler ezilenlerin kurtarılması adına gerçekleşmiştir. Tüm peygamberlerin mücadelesi, zulmeden müstekbirlerin zulümlerini ortadan kaldırmaya dayalıdır. Hz. Musa, döneminin zalim yöneticisi olan Firavun’a başkaldırmış, köleliğe ve sömürüye karşı savaşmıştır, Hz. Muhammed, Mekke’nin tefeci bezirgânlarına karşı ezilen halkın adalet ve eşitlik mücadelesine önderlik etmiştir. Kısacası Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in ve tüm peygamberlerin mücadelesi, ezilen halkların kurtarılması, yeryüzünde adaletin ve eşitliğin hâkim olmasını amaçlar.

Bugün her ne kadar yapay ayrıştırmalarla asıl mesele olan ezen-ezilen çelişkisinin üzeri örtülmeye, perdelenmeye çalışılıyorsa da mesele sınıf savaşıdır, mustazaflarla-müstekbirlerin savaşıdır. Dünyayı sömürenlerle sömürülenlerin, yeryüzü imkânlarını gasp ederek zenginleşenlerle yeryüzündeki haklarından mahrum bırakılanların savaşı... Kapitalist işbirlikçiler dünyanın neresinde, hangi ırktan, hangi dinden olurlarsa olsunlar, insanları yeryüzünde sınıflara bölen müşriklerin temsilcileridirler. Tüm ezilen halkların eşitlik ve adalet adına verecekleri mücadele, zulme karşı adaletin mücadelesi, Kabil’e karşı Habil’in, Yezide karşı Hüseyin'in mücadelesini temsil edecektir. Gerisi lâf-ı güzaf...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder