6 Şubat 2011 Pazar

Referandum aldatmacası

12 Eylül’le hesaplaşma mı, yoksa tıkanmakta olan sistemin çarklarını yenileyerek sürecin önünü açmak mı? Egemen güçlerin, ezilen ve zulme uğrayan toplulukları daha fazla, biraz daha fazla sömürebilmeleri aslında böyle mümkün oluyor.



Zulüm, sömürü ve adaletsizliklerin temeli ekonomik ve siyasi alanda güç odaklarının oluşmasına zemin hazırlayan, buna imkân tanıyan, sınırlandırılmamış mülkiyet/güç kaynaklarıdır.



Ancak bu hakikat sürekli yenilenen siyasi ayak oyunları ve yapay tefrikalar yaratma yoluyla perdelenmektedir. Asıl amaç asla halkın huzuru ve mutluluğu olmamış, güç odaklarının baskı ve sömürü araçlarını kullanılabilir ve uygulanabilir zeminlere taşımak olmuştur, olmaktadır.



Siyasi ve ekonomik alanda gücü eline geçirenlerin rahatlıkla değiştirebildiği uyduruk bir anayasa ile insanlık felç edilirken, yine bu anayasayı algıları felce uğratılmış mazlum bir halk kitlesine onaylattırma (evet ya da hayır) çabası, bu sistemin ömrünü uzatmaya, halkı açlık, çaresizlik ve ezilmişlikle baş başa bırakmaya ve gayri meşru zulüm sistemini bir kez daha meşrulaştırmaya dayalıdır.



Bu meşrulaştırma çabası “ağza bir parça bal çalmak” deyimiyle özetlenebilir. Bu, dünya nimetleri gasp edilip rızkı (siyasi, iktisadi, itikadi, insani neyi varsa) elinden alınarak yoksun bırakılmış bir halka, “isyan etmemeye, sesini çıkarmamaya devam et, çaldığım imkânlarından-haklarından birkaçını iade ettiğimi düşünmeni sağlayacağım” demekten başka bir şey değildir. Oysa insanca yaşama olanakları ellerinden alınmış mazlum halkların hakları, o toplumu sindiren zorba güçlerin lutfuyla asla geri alınamaz. Bir halk, tağutun (gücü eline geçirerek zulmeden despot, zalim, azgın sistemlerin) önüne koyduğu yöntemleri kullanarak asla sömürü zincirlerini kıramaz. Zorba sistem, referandumu kendi bekası doğrultusunda halkı uyuşturma aracı olarak kullanıyor.



Gündemde olan referandum oylaması da tamamen bu nitelikte. Nitekim yıllardır sürüp giden baskı, adaletsizlik ve fakirlik sorunlarına değinilmemekte, bu problemler adeta yok sayılmaktadır (esasta meşrulaştırma çabası da bununla alakalıdır). Halkın siyasi ve ekonomik problemlerine pozitif hiçbir katkı sağlamayan, ancak demokrasi ve adaletin yaygınlaşacağı, baskıların sona ereceği yalanlarıyla, içi boş ama dışı parlatılmış bu değişiklikler, olası muhtemel kazanımların da önünü tıkamakta, insanlığın Adalet Devleti hedefini öteleyerek zulüm ve şer odaklarına nefes aldırmaktadır.



Gücü eline geçirerek zulmeden despot, azgın sistemler, sahneye çıkardıkları oyuncuların rollerini halkın nabzıyla dengeler, yeri geldiğinde de söz konusu oyuncuların rollerine son verir, halkın onaylayacağı ama esasta zulüm sistemine hizmet eden yeni uşaklar devşirir. Anayasalar da böyledir, işlev görmez hale geldiğinde yeni boyalarla bezenir, sözde halka, esasta ise egemenlere hizmet eder.



Adaletin yaygınlaşması, darbelerin önünün kesilmesi, eşit hakların söz konusu olması ancak mülkiyetin sınırlandırılması ve özgürlüklerin önünün açılması ile mümkün olabilir. Ancak bu uygulamalar güç odaklarının oluşmasını engelleyebilir. Aksi halde mülkiyetin sınırlamayan her anayasa gücü eline geçirecek muhtemel şer odaklarının darbelerine zemin hazırlayacaktır. Mülkiyeti sınırlandırmayan her anayasa, kaçınılmaz olarak oluşacak olan güçlüler sınıfı için zulümlerine dayanak olacak bir kalkana, yine oluşması kaçınılmaz olan mazlum sınıflar için ise boyun eğdiren, açlığa, çaresizliğe, umutsuzluğa sebep olan bir boyunduruğa dönüşür. Doğal olarak zenginleşmeye-fakirleşmeye imkân tanıyan hiçbir anayasa asla meşru olamaz; aksine halkın sırtında kambur, egemenlerin elinde silaha dönüşür.



Karnı tok, sırtı pek soytarıların, karnı aç, çaresiz, kira zulmü altında ezilen, asgari ücretle köleliğe mahkûm edilen mazlum halkın sorunlarına çözüm üretmeleri düşünülemez. Böyle bir beklentiye girmek ancak felç edilmiş bir zihnin ürünü olabilir ki, algıları felce uğratma operasyonlarının baş sorumluları da halkın toprağına, üretim araçlarına, tüm imkân ve olanaklarına el koyan iktisadi zorbalardır.



12 Eylül’de gerçekleşecek olan referandum, sistemin yenilenmesi ve cilalanarak restore edilmesini amaçlıyor. Hak ve özgürlükler adına hiçbir değeri yok. Referandum sonrası olası değişiklikler, mevcut durumu değiştirmeyecektir.



Kısacası “EVET” sadece değişikliklerin değil, değişiklikler sonrasında ortaya çıkacak genel durumun onaylanması, “HAYIR” ise -bazı devrimci kesimler tarafından her ne kadar bu oyuna gelmeme amacıyla kullanıyor olsa da- var olan uyduruk anayasanın onaylanması şeklinde okunacaktır. Dolayısıyla iki şekilde de egemenlerin çıkarına hizmet edilmiş olacak ve sömürü devam edecek. Açlar açlıklarıyla, çaresizler de çaresizlikleriyle baş başa kalacaklar.



Anayasaya gelince; elbette değişmeli, ama cilalayarak değil, adaletsizliği ve her türlü eşitsizliği ortadan kaldıracak olan bir değişimle. Yeni anayasa zenginlere ve güç odaklarına değil, tüm halkın çıkarlarına hizmet etmelidir. Öyle ki, hiç kimse aç-susuz, evsiz-barksız kalmamalı, hiçbir halk diğer bir halk üzerinde sulta kuramamalı, eşit, adil ve özgür bir dünyanın önü açılmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder