6 Şubat 2011 Pazar

Terörün Kaynağı: Taşeron Devlet

Bir bölgede yaşayan insanlar o bölgenin imkânlarından eşit şekilde faydalanmalı, imkân ve olanakları ellerinden alınamamalı, buna teşebbüs eden birileri olursa engellenmeli, hiç kimse aç-susuz kalmamalı, sokakta yatmamalı, güvende olmalı, şartlar dahilinde sağlık, eğitim ve kültürel imkânlardan tüm halk eşit şekilde yararlanabilmeli; işte böyle bir diyar varsa oradaki düzeni korumak ve devamını sağlamak için halkın kendini temsil ettiği bir mekanizma var olabilir.



Kısaca adalet devleti, bir toplum sözleşmesiyle, o toplumun tüm fertlerinin temsil edildiği, huzuru, adaleti, eşitliği sağlayan yurttaşlar topluluğudur.



Ancak eğer devlet denen mekanizmayı elinde bulunduranlar, birtakım insanları o coğrafyanın imkânlarından mahrum bırakarak söz konusu imkânları yandaşlarına peşkeş çeker, birilerinin halkı sömürmesine ve imkânlardan mahrum bırakmasına imkân tanır, hatta bu güruha zulmünde destek olursa, devlet devlet olmaktan çıkar, başka bir şeye dönüşür, o topraklar üzerinde sulta kurmuş, zorba, terörist bir güç unsuru olur.



Terörist devlet, halkın iradesini dikkate almayarak insanlar üzerinde baskı kuran, yaşam imkan ve olanaklarını ellerinden alan, halkı sınıflara bölerek buradan rant devşirenlerin oluşturduğu gayri meşru tasallut güçlerinin zorba yönetimidir.



Bu tür devletlerin terörle mücadeleden bahsetmeleri ve terörü yok etmeye yönelik olduğunu iddia ettikleri tüm projeler kocaman bir yalandan başka bir şey değildir (Çünkü terörün ortadan kaldırılmasının ilk şartı, öncelikle kapitalist algılarıyla halka kan kusturan yöneticilerin defolup gitmesi, ülkede sosyal adaletin yaygınlaştırılmasıdır).



Bu durumda imkânları ellerinden alınmış, haklarından mahrum bırakılmış olanların itiraz etmeleri, bu duruma karşı gelmeleri terör olarak ifade edilemez. Ancak teröre ve haksızlığa karşı bir başkaldırı ya da kapitalist devletin işlediği zulümlerin sonucu olarak ortaya çıkan karmaşa ve çatışmalar olarak tanımlanabilir. Nitekim bu insanlar esasta hakları olmayan şeyleri talep etmiyor, bilakis ellerinden alınmış olan hakların iadesi için mücadele ediyor olabilirler.



Bir ülkenin fakir, yoksul ve haklarından yoksun bırakılmışları kendilerini ne kadar vatandaş olarak hissedebilirler? Vatandaş olmak o ülkenin imkân ve olanaklarından faydalanmakla, temel hakların koruma altına alınmış olmasıyla, zaten var olan yeryüzü nimetlerinin gasp edilmesinin engellenmesini sağlayacak bir mekanizmanın varlığını hissetmekle söz konusu olabilir. Ezilen halklar, mahrum bırakılan fakir insanlar devlet denen mekanizmanın hiçbir nimetinden faydalanamamaktadır. Bu insanlar en temel insani haklarından dahi mahrum bırakılmışlardır, güvenliklerini, yaşam imkânlarını, emeklerini gasp edenler kanunlarla korunmaktadır. Oysa devlet, halkın temel hak ve ihtiyaçlarının garantisi olmalıdır. Eğer bu tür hizmetler söz konusu olacaksa devlet meşruiyet kazanabilir. Aksi halde devlet denen şey, vatandaşa hizmet eden, onun ihtiyaçlarını gideren bir mekanizma olmaktan çıkıp zenginlerin hegemonyasını destekleyen bir örgüte dönüşür, insanların imkân ve olanaklarını çalan hırsızların jandarmalığını yapmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Halkın yanında değil, halkı sömürenlerin halka karşı korunmasının garantörlüğünü yapmış olur.



Maalesef yaşamakta olduğumuz ülkeyi az bir dünyalık çıkar uğruna cehenneme çeviren, gün geçtikçe acıları, yoksullukları ve çaresizlikleri arttıran yöneticiler yönetmektedir. İçeride halkın imkânlarını gasp eden, insanları mahrum bırakarak zenginleşen parazitleri koruyan bir çeteye, dışarıda da emperyalist ABD’nin ve tüm dünya kapitalistlerinin Ortadoğu’daki taşeronluğunu yapan bir güce dönüşmüştür.



Bugün var olan kapitalist devletler olmasaydı sanırım daha adil bir düzen olurdu. Mesela patronlar bugün olduğu gibi işçiyi sömüremez, ev sahipleri kiracıların paralarını gasp edemez, bankaların faiz yoluyla halkı sömürmesi mümkün olmaz, ırkçılık bu derece körüklenmezdi. Evet, kaos ve karmaşa hakim olurdu belki ama en azından hiç kimse diğerine oranla daha özel olmaz, özel kanunlarla korunmaz, herkes eşit şartlarda olurdu.



Tüm kapitalist ülkelerin devlet düzen(sizliğ)i, zenginlerin kontrol ettiği bir zulüm ve zorbalık hegemonyasından başka bir şey değildir. Bu tür ülkelerde mülk zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlete dönüşmüş, o diyardan huzur, adalet, eşitlik, kardeşlik ve benzeri tüm erdemler göçüp gitmiştir. Huzursuzluk, zulüm, düşmanlık, kargaşa ve tüm kötülükler hüküm sürmeye başlamıştır.



Dolayısıyla devlet, zenginleri koruyan bir güç olmaktan da öte zenginlerin korunmak için kurdukları bir örgüttür ancak; çünkü kapitalist devlet, mülk sahipleriyle var olmuş, adeta ücreti kapitalist iş adamı tarafından ödenen taşeron bir terör örgütüne dönüşmüştür. Kısaca kapitalist ülkeler devlet değil, zenginlerin para karşılığında kiralamış oldukları satılık işbirlikçi, taşeron örgütlerdir.



Bu tür ülkelerde demokrasi de ancak halkı aldatma adına uydurulmuş bir yalandan öteye geçmez. Yaşam imkân ve olanakları ellerinden alınmış olan insanların fikirlerini ifade etme şansları dahi yoktur; her ne kadar varmış gibi gösterilse de. Çünkü öylesine mağdur edilmişlerdir ki, evlerine ekmek dahi götüremezler, kölece çalışmak zorunda bırakılmışlardır, borç-harç içerisindedirler. Ne kültürel olarak gelişme şansları, ne sağlıklı bir hayat, ne düzgün bir eğitim şansı verilmez onlara. Bu durumda bir devletten, adaletten, demokrasiden söz etmemiz mümkün değildir.



Devletin hiçbir olanağından faydalanamayan bu sözde vatandaşlar ordusu, devletin ihtiyaç duyduğunda kullanabileceği, potansiyel emek gücü ve potansiyel asker olmaktan başka bir şey ifade etmezler; tıpkı ihtiyaç duyulduğunda düğmesine basılacak makine ya da tetiğine basılacak silah gibi. Köleler ağalarını seçemezler, mecburen itaat edecekler, bunun karşılığında bir şey talep edemezler, efendileri isterse yemek verir isterse vermez. Genellikle de yarın işe gelebilecek takati olacak, ölmeyecek kadar verir.



Halkın büyük çoğunluğunu oluşturan ezilen ve mazlum kesimler bu konumdadır. Ne seçme hakkı vardır ne de seçilme hakkı, hele fikrini ifade etme hakkı hiç yoktur. Bu mazlum çoğunluk tamamen mustazaf-çaresiz bırakılmıştır. Siyasi arenada muhatap dahi alınmazlar; hem düşünsel açıdan -ki, bu sayede fikir üretemez, hakkını arayamaz- hem de ekonomik açıdan -ki, bu sayede en büyük derdi karnını doyurmak, hayatta kalabilmek olur.-



İnsanlara hiçbir şey vermeyeceksiniz. İnsanları yeryüzünde olan haklarından mahrum bırakacaksınız. Orada ne bir toprakları olacak ne evleri olacak ne de sigortaları olacak. Ne eğitimden faydalanacaklar ne sağlık hizmetlerinden. Ne ekmekleri ne de suları olacak. Bir de tutup bu halkı askerliğe mecbur kılacaklar; bunun adı terör değil de ne olabilir?



Benim vatanım, benim ülkem diyerek gönüllü askerlik yapılabilecek bir ülkede ne aç ne de susuz vardır, halk zulme uğramıyordur. Aç kalma ihtimali, sömürülme ihtimali yoktur; böyle bir ülkeden bahsetmek gerek.



Şimdi böyle bir ülke yok, ne yapıyor vatandaş? Doğal kaynaklardan olan suyu, elektriği parası olursa kullanabiliyor, parası olmayan hastaneye gidemiyor, okuyamıyor. Vatandaş evine ekmek götüremiyor, çocuğuna süt alamıyor, musluk suyuna ekmek doğrayarak büyütüyor çocuğunu, sonra o yavrucak büyüyünce onun imkânlarını çalarak zenginlere peşkeş çeken kapitalist devlet bana “askerlik yapacaksın” diyor. Bu terör değil de nedir? Bilakis o ülkeye askerlik yapmaktan imtina etmesi, bu ülkeye terörist devlet gözüyle bakması ve bu adaletsiz kapitalist sistemi değiştirmek için mücadele etmesi onun en doğal hakkı, en demokratik, en insani, en vicdani vazifesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder