29 Mart 2010 Pazartesi

Değişimin omurgası: Paylaşmak

Muhammed Nur DENEK
Sen hastasın küçük adam, çok hasta bu senin
suçun değil; ama hastalıktan kurtulmak senin
sorumluluğun, eğer seni ezenlere rıza göstermeseydin
ve sık sık ezenleri desteklemeseydin onları çoktan
alaşağı ederdin…
-Wilhelm reich-

Onlarca hatta yüzlerce yıldır, insanlığın kayıp mirası olan sosyalist islam anlayışı yeniden gündemimizde. Temel değerlerini sosyal adalet, eşitlik ve paylaşmanın oluşturduğu islam dini; Peygamber sonrası ortaya konan ihanetlerle bu değerlerinden mahrum bırakılarak -ki bu değerler dinin özünü oluşturur- saltanatın ve zulmün afyonu olarak tüketilmiş ve sınıflı toplumları onayan bir olgu şeklinde algılanır hale getirilmiştir. İnsanlığı maddeye ve adaletsizliğe bağımlı hale getiren ihanetlerin en büyüğü tarih boyunca bu uğurda dinlerin, dini anlayışların, taarruza uğratılarak sosyal adalet kavramından soyutlanması olmuştur. Üstelik bununla da yetinilmeyerek sosyal adalet ve paylaşıma dayalı komünal (toplumsal) yaşam tarzı, eşitlik anlayışı, mülkiyet karşıtlığı dinsizlikle (ateizmle) özdeş görüntüsü verilerek önü alınmaya çalışılmıştır. İlahi adalet dini olan Muhammed’in, Ali’nin, Ebuzer’in, Hüseyin’in paylaşmaya dayalı kardeşlik dini, Osman’ın, Muaviye’nin, Yez-it’lerin bencil, çıkarcı-kapitalist-paylaşmak yerine biriktirmeyi esas alan sahte dinleri tarafından saldırıya uğrayarak kuşatılmıştır.
İlahi dinlerin tümü komünal yaşam biçimini, mülk edinmemeyi, paylaşmayı, vermeyi-takva’yı, züht’ü- insanın özüne dönüşünün mutlak gereği olarak açıklarken, kapitalist anlayış bunu tersinden tezgahlayarak tekamülü bireysel mülkiyet, kalkınma ve ekonomik gelişim şeklinde ifade etmiştir. Oysa ki bireysel mülkiyetin, meşru kılınarak özendirilmesi tekamülü değil bilakis insanın bencillik ve acımasızlığını ortaya çıkararak, tekamülü imkansızlaştırmakla kalmamış, yaşamayı dahi olanaksız kılmıştır.
Bu haliyle maddeye tapar hale getirilen insanlık, dinin tekamülü öngördüğü düşüncesini de kullanarak dinle ya da dinsizlikle metalaştırılmış ve maddeden bağımsız, maddenin yöneticisi ve idarecisi olma özelliğinden arındırılmış, tekamül-öze dönüş- imkansızlaştırılmıştır. Bu süreç insanın kendine dahi yabancılaşmasına, varlığını ancak maddi karşılığı olan değerler nispetinde anlamasına sebep olmuştur. Asıl değer olan, olması gereken “insan” artık eşyanın kölesi, paranın kulu haline getirilmiştir. Bu içsel istilanın sonucunda insan aslında kendi olmayan ama kendisi sandığı değerlerle yaşamaya başlamaktadır. Şeriati’nin ifadesiyle “Fakat bilim, cin -insanı esir alan dış etkenler- in bu işte suçsuz olduğunu duyurup uzun geçmişi bulunan bu suçlamadan onu aklamakla birlikte, onun yerine, cinin yaptığını yapan, insana hulul edip onun gerçek ve yaradılışsal kişiliğini yok edip ve insanın gövdesinde insan özünün yerini alan başka etkenler keşfetmiştir. Bu insanımsı –ki şimdi bir insan kalıbıdır- artık kendisini duymaz, hatta her şeyi o kendisi olmayana– ki ona hulul etmiştir- nispet eder ve onu kendisi, kendisini ise o algılar; sonuçta bozulmuş, öz’süz –kişiliksiz- bir insan olup çıkar.” (şeriati-islam bilim- ss-193)
Tüm zamanlarda maddeye bağımlı kılınarak asıl benliklerinden uzaklaşan toplumlara, ilahi uyarı ve desteklerle yeniden insan olma özellikleri hatırlatılmıştır. Vahyin ve nübüvvetin gereğini de zaten bu yabancılaşma ortaya çıkarmıştır. İnsanlar eşyanın tahakkümüyle yaşamaya başlayınca; ya toplumlar üzerine rab’lik iddiasıyla ya da bu iddia sahibi egemenlere kul, köle olma durumuyla baş başa bırakılmıştır. Nitekim her toplumun egemenleri, gasp yoluyla sahip oldukları olanaklarıyla o toplumun mazlumları üzerinde sulta kurmuşlardır. Tarihi süreç içerisinde kimi zaman efendi, kimi zaman firavun, kral, padişah, sultan, halife günümüzde işveren, patron, başkan, vb. isimlerle adlandırılmıştır. Dünün köleleri ise günümüzde işçi, memur, çifçi, hizmetçi şeklinde isimlendirilmektedir.
Paraya ve mülke dayalı bu tür ayrımların toplumları esir aldığı ve felce uğrattığı dönemlerde insanlığı yeniden özüne döndürme mücadelesi gösteren uyarıcıların mesajları çok geçmeden yeniden imha edilmiştir. İnsanlığın tarihiyle beraber başlayan bu mücadele Adem’den günümüze dek sürmüştür; sürmektedir.
Musa peygamber, büyüdüğü sarayın dışına çıkıp kölelerle birleşerek saraya ve onun otoritesine isyan ederek başkaldırmıştır. Ezilen ve mahrum bırakılan yığınları öz benliklerine kavuşturarak, birer şahsiyet olduklarının farkındalığını sağlamıştır. Bu farkındalık, ezilen ve öz benliklerinden uzaklaştırılarak köleleştirilmiş insanlara varoluşlarının temel hedefini oluşturan özgürlüklerinin engellendiği gerçeğini farkettirmiştir. Özgürlüğün ve insanca yaşamın önemini farkeden insanlar, bu haklarını kazanma adına firavuna ve ordusuna isyan ederek egemenlerin düzenlerini yıkan bir başkaldırı gerçekleştirmişlerdir.
Yüzlerce yıl sindirilerek, asimilasyona uğratılan bu insanlar sonunda benliklerini çalan içlerindeki yabancıyı def etmiş ve özgürleşerek kendilerine görünmez parmaklıklarla zindanlar oluşturan dış faktörlere karşı ayaklanmışlardır.
Yusuf peygamber, iktidarın tüm gücünü ve olanaklarını ezilen mazlum halkların hizmetine sunmuş, egemenlerin ve din adına halkı sömüren ruhbanların zulme dayalı sistemlerini alaşağı etmiştir.
Hz. Muhammed Mekkeli paraperest müşriklerin tüm imkan ve olanakları önüne sürmesini asla dikkate almayarak özgürleşmeyi, halkı özgürleştirmeyi, sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırıp tevhide dayalı sınıfsız eşit toplumu oluşturmayı şiar edinmiştir. Halkın ezilenleri, mazlum bırakılanları ve köleleştirilenleriyle bir araya gelerek,Medine selamet ve huzur diyarını kurmuştur.
Özgürleşerek insani vasıflarıyla yeniden yüzleşen ve tevhidi (sınıfsız) toplumu inşa eden devrimciler, Mekke’nin putperest (ki onların en büyük putları servetleri idi) zalimlerini ve bu zulümlerini destekleyen kahrolası düzenlerini yerle bir etmişlerdir. Zulmün hakim olduğu tüm dönemlerde tevhide (sınıfsız ve adil topluma) iman ederek özgürleşen, özbenliğine kavuşan insanlar, bu zulüm ve haksızlıklara tepkisiz kalarak onlardan biri gibi sömürü sisteminde yaşayamaz, mutlaka itiraz eder -tevhide olan imanı itirazını kaçınılmaz kılar-. Ve tarih boyunca da imanında samimi olan, tevhidi aziz bilen her fert bu itirazı gerçekleştirmiştir. Nitekim peygamber sonrası adalet devrimini şehvet ve saltanat peşine düşerek yok eden hainlerin zulüm sistemleri sürekli şerefli devrimcilerin itirazlarlarıyla sarsılmıştır. Emevi, Abbasi...lerden günümüze dek tüm zulüm devletlerine karşı gerçekleştirilen bu itirazlar sonuç verecek, zulüm odakları sarsıntılara dayanamayarak yıkılacak ve Adalet devleti yeniden hakim olacaktır.
Günümüz dünyası, kapitalizmin tüm insanlığı felç eden acımasızlığıyla cehenneme dönüştürülmüştür. Böylesine ekonomik zulümlerle dumura uğratılan dünya toplumlarının ihtiyacı, hali vakti yerinde, durumundan memnun herhangi bir itirazı olmayan kimselerin indirgemecilik olarak algılamalarına rağmen PAYLAŞMAK ve kardeşliği yaygınlaştırmaktır. Ruhumuzda yerleştirilen virüslerden arınarak özbenliğimize dönmemiz -paraya ve güce kul olmaktan kurtulmamız- ve gerçek kardeşlik bağları oluşturarak -ki bu paylaşmakla olur-özgürleşeceğimiz medinelerimizi kurmalı ve bu şekilde –ya da yapılarda- toplumsal zincirlerimizi kıracak güce ulaşmalıyız.
Basit ve önemsiz sanabileceğimiz -ki bu içimizdeki istilayı gerçekleştirenlerin sesidir-paylaşma olgusu, başlı başına devrimin, değişimin ve adaletin omurgasıdır. Omurgamızın paramparça oluşunu görmezlikten gelmek ise ancak esir alınmış bir ruh, aldatılmış bir mustazaflık halinin, ya da art niyetli çıkarcı bir kişiliğin tezahürü olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder