29 Nisan 2010 Perşembe

İSLAM VE SOSYALİZM--------------------Muhammed Nur DENEK

İslam, toplumlarda huzur ve adaleti yaygınlaştırmak, eşitlik ve özgürlüğü sağlamak, bu uğurda mücadele etmek, bu yolu benimsemek ve yaşamak demektir. Sol ya da sağ ifadeleri ise insanlık tarihinde, var olanı benimseme ya da reddetmeyi ifade eder. Ancak bu anlam zaman içerisinde bu halinden çıkıp bir takım ideolojilerle bağdaştırılır hale gelmiştir.

Günümüzde ideolojik kavramlar haline gelmiş olan bu ifadeler muhalefet yada iktidarı ifade etmek yerine; farklı çevrelerde farklı anlayışlarla içi doldurulmaya çalışılmıştır. Muhafazakar kesimlerce; solculuk dinsizlik, sağcılık muhafazakarlık olarak algılanırken, milliyetçi çevreler bunu vatanseverlik ya da vatan hainliği olarak algılamıştır, benzeri algılar hep iki kutuplu bakış açılarının sonucudur. Siyasal islami kimlikleriyle öne çıkaranlar ise dünyadan kopararak teolojiye mahkum ettikleri tanrı inançları sebebiyle, ne sağcıyız ne solcu diyerek ikisini de dışlama yoluna gitmiştir -oysa ki din hayatın içinde olmalıdır ve doğal olarak da toplumsal ilişkileri şekillendirmelidir-. Bu algıların tamamı aslında yaygın olanın, azınlığa bakışının sol şeklinde ifadesi sonucu oluşmaktadır. Bu anlayışlar zaman içerisinde artık iki farklı anlayışı ifade eder hale gelmiştir. Solculuk, sosyalizm, toplumculuk ve paylaşım, sağcılık ise kapitalizm, bireysel mülkiyet, sınırsız zenginlik ve fakirlik anlamlarını ifade etmektedir.

Bu anlamlarıyla bu iki ekonomik sistemi kendi içlerinde değerlendirdiğimizde birbirine zıt olan iki yapıyla karşılaşırız. Bu iki yapıyı kısaca incelediğimizde İslam’ın toplumsal ekonomik yapıya bakış açısının sosyalizme benzerlikleriyle yüzleşiriz. Sosyalizm, İslam değildir itirazlarını yükselten bazı kesimler aslında ciddi bir demagoji yaparak olayın anlaşılması endişesini taşımaktadırlar. Nitekim İslam’ın ekonomiye bakış açısının bir benzeri olan sosyalizm –müslüman olmadan önce kapitalist olan çıkarcı kimseleri oldukça korkutmaktadır-.

Kısaca inceleyecek olursak; Sosyalizm veya toplumculuk, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan ekonomik sistemdir. Sosyalizm şu anda gerçek anlamıyla hiçbir ülkede uygulanmamaktadır. Sosyalizmin uygulanacağı bir toplumda ortak mülkiyet ve halkın ortak yönetimi bulunacaktır. Hiçbir yapı, iktidar ya da kişi topluma dikta edemeyecektir. Üretim kâr amaçlı değil, yanlızca ihtiyaç için yapılacaktır. Sosyalizmin uygulanacağı toplumlarda mal-mülk sahibi kişiler olmayacak, her şey herkese ait olacaktır. Dolayısı ile topluma kargaşa ve kâr amaçlı çatışmalar değil kardeşlik ve huzur hakim olacaktır. Sosyalizmin en temel ifadesi; herkesten yeteneğine göre almak, herkese ihtiyacına göre vermek ilkesidir.

Kapitalizme gelince; Kapitalizm (anamalcılık/sermayecilik), özel mülkiyetin, üretim araçlarının büyük bir bölümüne sahip olduğu ve işlettiği, yatırım, dağılım, gelir, üretim, mal ve hizmet fiyatlarını piyasa ekonomisinin belirlediği sosyal ve ekonomik sistemdir; fiyatları arz talep dengesi belirler, dolayısıyla emeğin belli bir değeri yoktur. Bu sistemde genellikle bireylerin ya da grupların oluşturduğu tüzel kişiliklerin ya da şirketlerin emek, yer, üretim aracı ve para ticareti yapabilmeye hakkı vardır. Kapitalizm şu anda hemen hemen tüm ülkelerde var olan sistemin adıdır. Bu sistemde tüm üretim ve dağıtım araçları (toprak, fabrikalar, bürolar, ulaşım araçları, basın vb.) bir azınlığın, zengin sınıfın tekelindedir. Tüm zenginlik, kafa ve beden gücünü, maaş ve ücret denilen bir fiyat karşılığı kapitalistlere satan emekçiler tarafından üretilmektedir. Bu üretimin amacı pazarda belli bir kâr ile satılabilecek mal ve hizmetler yaratmaktır. Zengin sınıf lüks ve şatafatlı yaşantısını, emekçi sınıfı sömürerek devam ettirir. Yani para ve imkan sahibi olan azınlıklar, mahrum bırakılmış olan çoğunluk üzerinde sulta kurar “öyle ki paranız nispetinde sağlık ve eğitim hakkınız olur, paranız yoksa yaşama hakkınız da yoktur”.

Sağ ve sol ya da kapitalizm ve sosyalizmi kısaca inceledikten sonra şimdi İslam’ın toplumsal ekonomik yapıyı nasıl belirlediğini inceleyelim.

Mal sahipliği ihtiyaçla sınırlıdır, mülkiyet otorite ve sahip olma gücü anlamına gelir. İnsanın gücü ve otoritesi sınırlı olduğundan dolayı hiçkimse “sermaye ve mülk konusunda” kendini mutlak malik ve tam bir sahip olarak görmemelidir. Mutlak mülkiyet ve kesin sahiplik, insanı ve diğer bütün varlıkları yaratan ve onları kontrolünde tutan Allah’a aittir, o hâlde insanın mülkiyet hakkı asıl sahibi olan Allah’u Teala’nın izin verdiği miktarda ve kendisine bahşedilen akıl ve özgürlük kapasitesi ile sınırlıdır. Allah tektir ve hiçbir şeye muhtaç olmayan sadece O'dur. İhtiyaç içinde olan insandır. Toplumsal adalet, cimrilikle veya para ve malları toplum hizmetinin dışında bırakmakla değil, ancak Allah için, “yani yarattıklarının hizmetinde”, harcamakla elde edilir. Böylece İslâm, kazanma ve harcama faaliyetlerine halkın refahını yükseltecek biçimde, bir yön vermektedir. Allah’ın birliğine teslim olan insanın, bir parçası olduğu dünyanın adil, kudretli bir güce ait olduğunun daima bilincinde olmasını sağlar. Kuran’da yeryüzü ve kaynaklarının Allah’a ait olduğunu açıkça ifade eden birçok ayet vardır. Bu kaynakları insanlığın emrine veren O'dur. İnsan bu konumuyla Allah’ın yeryüzündeki halifesidir, mülkün mutlak sahibi olamaz. Halifesi olduğu mallarda toplumun haklarına riayet etmek zorundadır, aksi hâlde malı sahiplenmeye kalkarsa toplumun hakkını gasp etmiş olur ve cezalandırılır (hırsız hükmündedir).

Kur’an ayetlerinden çıkarılan sınırlı ve izafî mülkiyet ilkesine göre insan ne mutlak maliktir ne de yeryüzünün tam sahibidir. İnsan arzu ettiği ölçüde sermaye biriktirme hakkına sahip olamayacağı gibi, kendi seçtiği herhangi bir yolla maddi zenginlik de elde edemez. Gerçekten yeryüzünün tüm zenginlikleri Allah’a aittir ve insan onun vekili ve hizmetçisidir.

Bu sınırlı ve toplumsal zenginliğin hayata yansıması şu kurallarla sağlanabilir;

1- Toprak ve tabiî kaynaklar hiç kimsenin şahsî malı olamaz. Bütün insanlara aittir.

2- Kişi, toprak ve tabii kaynaklar üzerinde, ancak onları topluma verimli ve yararlı bir şekilde kullanırsa, üretmiş olduğu ürünler ve mallar üzerinde toplumun haklarını gözetirse, kullanım hakkına sahip olabilir.

3- İnsanların ihtiyaçlarından fazla sermaye, para, altın, mülk biriktirmesine izin verilmez. Mal ve sermaye (kapital) biriktirme sınırsız olursa, mal ve sermaye sahipleri aşırı güçlenirler ve hayatın zaruri kaynaklarını da tekellerine alarak toplumun diğer fertlerini zor durumda bırakırlar.

İslam, birey ve toplum için zararlı veya faydasız olan harcamaları yasaklar. Bunlar İslam’ın toplumsal ekonomiye ilişkin bir kısım ilkeleridir.

İslam dini, tabiattaki tüm canlı ve insanların doğal şartlar ya da toplumsal ilişkilere dayalı olarak birbirlerinden farklı yetenek, zeka ve özelliklere sahip olmalarının, yeryüzü imkanlarını kullanmada farklılığa yol açmaması gerektiğini bildirir. Yaratılışta ya da yaratılış sonrası toplumsal ilişkiler sonucu hiçkimse sermaye, yetenek ya da yüksek tahsil görmüş olması sebebiyle diğer insanlardan üstün olmamalıdır. Bu özellikler insanların bir diğerine karşı üstünlüğü ya da eksikliği olarak yansımamalıdır. Aksi takdirde bu zulüm olur, İslam dini bu durumu şirk olarak nitelendirir. Nasıl ki, bedensel ya da zihinsel engelli bir insan bu vasıfları sebebiyle alçak görülmemeliyse, aynı şekilde yetenek, beceri, cinsiyet vb. farklılıklar da üstünlük ya da eksiklik olarak anlaşılmamalıdır, yeryüzü imkânlarını kullanmada insanlar eşit hale gelmelidir. İslam, bu eşitliğin sağlanmasını “tevhid” olarak nitelendirmektedir.

“...yanınızdakilerle eşit hale gelmiyorsunuz, Allah’ın nimetini inkar mı ediyorsunuz?” (Nahl, 71)


“Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin.” (Bakara, 188)

“Servet içinizdeki zenginler arasında devreden bir mal olmasın. (Haşr, 7)

İslam dini, sınıfsal farklılıkların oluştuğu toplumları “müşrik toplum” olarak nitelendirmekte ve men etmektedir.

“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.”(Kasas, 4-5)

İslam dininin toplumsal ekonomiye bakış açısının temel ilkelerini oluşturan bu açıklamalar, sosyalizmin temel ilkesini oluşturan “herkesten yeteneğine göre almak, herkese ihtiyacına göre vermek” ilkesiyle İslam’ın ekonomik ilkelerinin bağdaştığını göstermektedir. Oysa kapitalizmin bencilliğe, çıkarcılığa dayalı, insanların bir kısmını zenginleştirirken diğerlerini fakirleştiren, sınıflara bölen zulüm sistemini de şirk olarak ifade etmekte ve kesinlikle reddetmektedir. Dolayısıyla İslam dini, sosyalizmi kapsarken, kapitalizme şiddetle karşı çıkar.


[02.04.2010'da Evrensel Gazetesi'nde yayımlanmıştır]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder